Aşık ve Şairler
Bozkırlı Şairler ve Âşıklar ile ilgili olarak, geniş anlamda ilk çalışma 1998 yılında yapılmıştır. Bozkır Şairleri ve Âşıkları konusunda, “Bozkır Güldestesi” adlı kitapta; Cumhuriyet öncesi ve sonrası Bozkır Şairleri ve Bozkır Şiirleri ile ilgili bilgiler imkânlar ölçüsünde derlenmiş, şairler ve şiirleri hakkında açıklamalarda bulunulmuştur.
Bu çalışmada ise; sonradan bilgileri temin edilebilen Bozkırlı Âşıklar ve Şairler ile ilgili bilgiler verilmeye çalışılmıştır.
1-Âşık Tatlı:
Konya Halkevi’ne ait, 97. ve 98. sayılarının bir olarak yayınlandığı 1946 yılı Kasım ve Aralık aylarına mahsus olmak üzere çıkarılan derginin 9. 10. ve 11. sayfalarında İbrahim Kendi, Bozkır’lı bir Halk Âşığı ve Ozanı olan Âşık Tatlı ile ilgili bir cönk (seçilmiş halk şiiri örneklerini içine alan, uzunlamasına açılan elyazması mecmua)’ten bahsetmekte olup, yazarın cümleleri olduğu gibi yukarıda adı geçen dergiden değiştirilmeden alınmış, ihtiyaç duyulan yerlerde açıklamalar güncelleştirme amaçlı olarak yapılmıştır;
“.....Âşık Tatlı’nın asıl ismi Hasan’dır. Hicri 1088 (Miladi 1677 yılı) de Bozkır’da doğmuş, okuyup yazması olmayan bir halk şairidir. Aşağıdaki koşmasıyla Âşık Tatlı bizlere o devirde yaşayan ve Âyan adıyla her kasabada türeyen derebeylerinin gidişlerini anlatmaktadır. Öyle ki, Âşık Tatlı kendisi o devirde Bozkır Âyanı Musa’nın zulmünden kaçarak Tarsus’a gittiğini ve oralarda köy köy, yayla yayla gezdiğini ve Güvlek Yaylası’nda Karacaoğlan’la birleşerek sazla, sözle dertleştiklerini aşağıdaki on iki mısralık koşmasında ne güzel söylüyor:
KOŞMA
Dağdan dağa nice saldı kader beni,
Gezdiriyor ilden ile keder beni.
Ğurbet iller bana garip duraktır.
Ğarip gönül yedeğinde yeder beni.
Acep nettim suçum nedir feleğe?,
Geze geze yolum geldi Güvleğe.
Karacaoğlan’la girdim eleğe,
Aklıma geldi belki mat eder beni.
Hoş sohbetle dertleşerek saz ile,
O’nun derdi Durna ile Kaz ile,
Tatlı der ki; derdim bitmez söz ile,
Kadir Mevlâm vatanıma gider beni.
(Âşık Tatlı’nın, yukarıdaki koşmasında on birlik ve on ikilik hece veznini birlikte kullanmadaki mahareti ortadadır.)
Bundan sonra Âşık Tatlı’nın ikinci koşması Millî Ruh yönünden dikkate lâyıktır.
O devirde halk arasında türeyen bazı açıkgöz kimseler halkın, malından canından geçinerek kendilerine âyanlık süsü verir ve o vaktin yetkililerine yanaşarak verdikleri para ve nice hediyelerle “biniş” denilen kırmızı çuhadan yaldızlı bir tür üst elbisesi giyerler. İşte bununla halkı istedikleri gibi soyarlar, ezerlerdi.
Bu ikinci koşmasında da Âşık Tatlı işte o devrin acı ve çekilmez eza ve hakaretlerini pervasız bildiriyor ve diyor ki:
KOŞMA
Özüm Türk’tür, kana kana.
Saz çalarım yana yana.
Dinleyin siz Ata, Ana:
Türk diyenler bize duysun.
İnsan olmuş, Âyan* olmuş,
Biniş* giymiş, tuğyan* olmuş,
Bizi horlar insan olmuş.
Türk diyenler bize duysun.
Bağ bostan eken biziz.
Düşman kökü söken biziz.
Bunca kahır çeken biziz.
Türk diyenler bize duysun.
Tatlı olan tatlı söyler;
Biz olmasak acep neyler?
Beyler kime beylik eyler?
Türk diyenler bize duysun.
(Âşık Tatlı’nın, yukarıda yazılı ikinci koşmasında, sekizlik hece vezninin mükemmel bir şekilde, ustalıkla kullanıldığı görülmektedir. Bu koşmada adı geçen bazı kelimelerin anlamları ise şöyledir:
Âyan : Eskiden resmi bir görevi olmadığı halde, çevresinde otorite kuran kimseye verilen lâkap,unvan.
Biniş : Halkın giydiği elbiselerden farklı elbise veya üniforma diyebileceğimiz giysi.
Tuğyan : Hiddetlenme, azma )
İşte bu koşmada devirden devire yaşayan, ulaşan ölmez bir ruh vardır. Nasıl olmasın ki; insanlar adalet ve tatlılık âleminin mahsulleri oldukları için daima onu arar ve isterler. Cönkte yazılı bu koşmanın altında bir başkası tarafından yazılmış bir dörtlük bulunmaktadır.
Âşık doğru söylemiş,
Dinleyenler Ârif olsa.
Yiğitliğin beyan eylemiş.
Gazi Osman çıksa gelse...”
Cönklerimize Geçmiş Âşık Tasviri.
(Çizim: Huriye SÜYÜN’e aittir)
2-Âşık Sazlı:
Konya Halkevi’ne ait, 102. 103. ve 104. sayılarının bir olarak yayınlandığı 1947 yılı Nisan, Mayıs ve Haziran aylarına mahsus olmak üzere çıkarılan derginin 8. ve 9. sayfalarında İbrahim KENDİ, Bozkırlı diğer bir Halk Âşığı ve Ozanı olan Âşık Sazlı ile ilgili bir Cönk’ten bahsetmekte olup, yazarın cümleleri olduğu gibi yukarıda adı geçen dergiden değiştirilmeden alınmış, ihtiyaç duyulan yerlerde açıklamalar güncelleştirme amaçlı olarak yapılmıştır.
“Konya çevresinde sazlı sözlü öyle Âşıklar yetişmiştir ki, bunlardan pek çoğunun isim ve şiirleri ancak eski Cönklerde kalabilmiştir. Bunlar bulundukları devrin içinde folklor âleminin şuh ve canlı varlıklarıdır. Bunlar sazlarıyla daima halk arasında, onların şenliğine şenlik katan ve her yönden ilham olarak halka veren hoş meşrep kişilerdir. Fakat ne yazık ki, bu saf ve temiz ruhlu âşıkların şiir ve isimleri kayıtlara geçmemiş, ancak halk arasında elden ele gezen cönklerde kalmıştır. Çünkü; bunların saf ve sade şiirleri muhitini terennüm ettiği için kaba sayılarak, vezir vüzera salonlarında değil, halkın öz bağrında çalınmış, çağrılmış değerli sözlerdir. Nedense elden ele cönklerde yer almıştır. Bunların şiirleri iyi okunursa mâna ve tasvir bakımından Türklüğün demir örs gibi anânesinden çıkan canlı tasvirlerdir. İşte bu tasvirlerden birisi de Âşık Sazlı’dır. Asıl adı Hüseyin olan Âşık Sazlı, Konya’nın Bozkır İlçesi’ne bağlı Sazlı köyünden olup, 1240 (1240 tarihi Hicri tarihtir. Bu tarih ise, Miladi 1806 yılına karşılık gelmektedir.) tarihinde doğmuştur. Kendisi hafif okur yazar, komik tipte ve anadan doğma bir âşık olup, kendi kendine yaptığı sazı güzel çalar, köy köy gezerek bütün sohbetlerde bulunurmuş. Elimizde bulunan cönklerde rastlanan iki türkü Âşık Sazlı’nındır. Bu cönk, 1324 (1324 tarihi Hicri tarih olup, 1887 yılına tekabül etmektedir) senesinde Elmasun Köyü’nde İmam Osman Hoca’dan alınmıştır. Âşık Sazlı’nın cönkteki iki türküsünü tatlı ve muhiti olduğu için örneğince yazıyoruz. Bunun birincisi bir yayla türküsüdür. Âşık Sazlı, bunda yayla hayatını olduğu gibi canlandırıyor.”
TÜRKÜ -1-
Bahar gelir garip bülbül öterken,
Elvan elvan çiçekleri biterken,
Yaylalara alay alay giderken,
Yeşil dağlar Cennet gibi güler, hey!
Gökyüzünde pembe güneş ışıldar,
Ulu çamlar yel aldıkça hışıldar,
Pınarlardan soğuk sular fışıldar,
Sürü yürür, kuzularda meler, hey!
Daldan dala kuşlar seker oynaşır,
Keklik öter, kumru öter kaynaşır,
Dilber kızlar sarı çiğdem paylaşır,
Paslı gönül paslarını siler, hey!
Âşık Sazlı dertli dertli gülüyor,
Aşk ilinden nice seyran alıyor.
Her dereden ab-ı hayat geliyor.
Hoşluk gelir, gider bütün gamlar, hey!
(Âşık Sazlı’ya ait olan yukarıdaki türkü, on birlik hece vezni ile yazılmıştır.)
TÜRKÜ -2-
Uçan kuşlar yurt kokusu getirir,
Yuca yuca* dağlar, aşar ilimizden.
Kara bahtım bize gurbet gezdirir.
Bozuk düzen iş gelmiyor elimizden.
Sordum taşa: Ceddimizin adını,
Söyleyorlar Kahramanlık yadını.
Felek bozmuş ağzımızın tadını,
Çevirenler çevirmişler yolumuzdan.
Kafalar bir, el bir değil nideyim?
Söz geçmeyor kime şekva* ideyim?
Yol ver dağlar, salın beni gideyim.
Söyle turna, haber var mı ilimizden?
Ata ünü bozuldu mu serinden?
Şol* yiğitlik oynadı mı yerinden?
Yad tohumla melez gelir üründen.
Yük kalkar mı? Böyle eyvah dalımızdan.
Sazlı der ki benim Konya İl’imdir.
Ata yolu hünkâr* yolu yolumdur.
Burcu burcu tüten yurt gülümdür.
Haber budur sorar isen salımızdan.
Âşık Sazlı’nın, yukarıda yazılı yurt sevgisi konulu ikinci türküsünde, on birlik ve on ikilik hece vezni ortaklaşa ve ustalıkla kullanılmıştır. Bu türküde, adı geçen bazı kelimelerin anlamları ise şöyledir:
Hünkâr : Hükümdar, padişah.
Şekva : Şikâyet etme.
Şol : Şu.
Yad : Yabancı, el.
Yuca : Yüce, ulu
3- Şair Ali İbni Muslihüddin:
Divân Şairleri arasında yer almış bir şairimizdir. O’nun en büyük özelliği eser kaleme almış bir şair olması ve beyitlerinde Bozkır ismini kullanmasıdır.
Kendisi ile ilgili olarak elde edilen kaynakta aynen şunlar yazılıdır:
“Ali İbni Muslihüddin (XVII. yy. ?):Osmanlı Müellifleri’nde verilen bilgiye göre, şair, Konya’ya bağlı Bozkır’dandır. Babasının adı Ali’dir. Ölüm tarihi ve mezarının yeri bilinmemektedir. Bir beyitinde kendi hakkında bilgi verir:
“Bizim mevlûdümüz Bozkır Kazasında Siristed’dir
Ki Muslihüddin oğlı Ali’dir ismimiz ey ihvân.”
(Tercümesi: Bizim doğuşumuz, Bozkır kazasında Siristed’dir. (Bozkır’dır) Ey kardeş! Bizim ismimiz Muslihüddin oğlu Ali’dir.)
Şairin “Zemmü’l-Fenâ” adlı manzum bir eseri vardır ki, bir nüshası Yıldız Kütüphanesi’ndedir. Şu beyitle başlar:
“Senâ vü hamd-i lâyuhsâ sana ey Hâlık-ı Feyyâz
Ki yokdur sana hîç emsâl ki sensin Kâhir ü Feyyâz”
(Tercümesi: Ey bereket ve bolluk veren Allahım! Sana sonsuz övgü ve hamd olsun. Üstün ve feyizli olmakta sana hiç emsal yoktur.)
Güncellenme Tarihi: 17 Ocak 2011