Sevgili dostlar,
İnsan olarak söylediğimiz her sözün ve yaptığımız her hareketin, iyilik ya da kötülük adına mutlaka bir değeri vardır. Eğer söz ve davranışlarınızın sonunda iyiliğe mi? Yoksa kötülüğe mi? Hizmet ettiğinizi bilmiyorsanız işte size alemlerin efendisi Hz. Muhammed S.A.V. den çok güzel bir ölçü: “İyilik güzel ahlaktır. Kötülük ise, vicdanını rahatsız eden ve insanların görmesini bilmesini istemediğin şeydir” (1)
O halde açıkça söyleyebiliriz ki, bir söz ve hareketin sonunda kendimiz, ailemiz, çevremiz ve insanlık adına bir güzellik ortaya çıkıyor, herkes memnun ve mutlu oluyor, gönül huzuruyla dolup rahatlıyorsa bu iyiliktir. Eğer söz ve davranışımızın sonunda birileri zarar görecek, üzülecek ve etrafa hoş olmayan kokular yayılacağından dolayı insanlardan gizleme ihtiyacı hissediyorsak, ya da içinizde bir sıkıntı duyuyor, olmadı…, yapmamalıydım…, bana yakışmadı, gibi kendi kendimize eleştirel bakış açıları getiriyorsak bu da kötülüktür.
Unutmayalım ki, bedeni organlarımızın bazı maddelere bağımlılık kazandığı gibi, ruhumuzda düşünce ve davranışlarımıza alışkanlık kazanır. Belli konularda devamlılık arzeden söz ve davranışlarımız ise sıradan olmaktan çıkıp, iyilik veya kötülük adına bir misyona hizmet eder duruma gelirler. Onun için ilk yanlışı yaptığımız, ilk kötü sözü söylediğimiz zaman vicdanımızın sesini dinlemek çok önemlidir. Çünkü böyle bir durumda vicdanının sesini dinleyen insan, aynı yanlışı bir daha tekrar edemeyecektir. Eğer bunu yapmazsak kötü söz ve davranışların sahibi olarak onlara alışkanlık kazanır, hatta onların kötü olduğunu bile düğünemeyecek duruma geliriz. İşte o zaman da geri dönüşü olmayan pişmanlık ateşi insanı yakar kavurur.
Bilindiği gibi, tarihte pişmanlık ateşi ile yanan ilk insan Kabil’dir. Hatırlayalım. Hz. Adem’in Habil ve Kabil adında iki oğlu vardır. Habil, inançlı, itaatkar, sevecen, sıcak, duyarlı, hoşgörülü, güzel söz ve davranışlarında kararlı bir kişiliğe sahiptir. Bunun için de duası ve Allah’a takdim ettiği Kurban’ı kabul olur. Kabil ise, isyankar, dik bağlı, aileyi üzen, soğuk, duyarsız, kaba ve katı davranışlı, sürekli zikzaklar çizen kararsız bir kişiliğe sahiptir. Onun için de duası ve Allah’a takdim ettiği Kurban’ı kabul olmaz. Kabil vicdanıyla hesaplaşarak yanlışını bulup düzelteceği yerde, kardeşine karış bir de kıskançlık duygusu ile dolar ve O’nu öldürmeyi planlar. Kardeİlerin arasında geçen konuşmayı ibretli bir sahne olarak Kur’an şöyle anlatır:
“Onlara Adem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar, (kendilerini Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Onlardan birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen (Kabil) “seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Diğeri ise (Habil) “Allah, ancak korkup sakınanların (kurbanını) kabul eder. Sen beni öldürmek için elini kaldırsan da, ben seni öldürmek için elimi kaldırmayacağım. Çünkü ben alemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım (demişti).”(2)
Aslında her ikisi de temsil ettiği misyona uygun davranışların örneklerini veriyorlardı.
Değerli Dostlar, iyice yağlanan ve giderek tükenen dünyamızda savaşların ve her türlü kötülüklerin yok olması için Habil’in misyonunu devam ettirecek insanlara ne kadar çok ihtiyacımız var değil mi? Çünkü, Kabil’in misyonunu devam ettiren sayısız insan var. Yeryüzünde savaşları çıkaran, kin ve nefretle kıskançlığı yayan, kaba-katı ve duyarsız davranan, aileleri ve çevreyi üzenler hep onlar. Bizlere Habil’in misyonunu temsil etmek yakışır. Çünkü Habil’in misyonunun sonunda mutluluk ve huzur var, yardımlaşmak ve paylaşmak var, sevmek ve sevilmek var, dahası ölümsüz güzellikler var. Kabil ile Habil bu hayattan göçeli kaç milyar yıl oldu, tam olarak bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey varsa o da şudur: Milyarlarca yıldır insanlar çocuklarına Habil ismini vererek O’nu yaşatmaktadırlar. Dileşimiz Habil’in sadece ismi ile değil, misyonuyla da yaşamasıdır.
Kabil’in pişmanlık ateşiyle nasıl yandığını ise Kur’an şöyle anlatır: “Sonunda nefsi O’na kardeşini öldürmeyi zevkli gösterdi ve öldürdü. Bu yüzden hüsrana uğrayanlardan oldu. (Kabil şöyle dedi): “Yazıklar olsun bana, şu karga olup da kardeşimin cesedini gömmekten bile aciz oldum” (o anda karışsında bir karganın bir kuş ölüsünü ayağı ile eşelediği toprağa gömdüğünü görüyordu). Artşk O, pişman olmuştu”(3)
şimdi sormak istiyorum:
Kabil’in kargaya özenen ve kendisine lanet yağdıran ifadesi, pişmanlık ateşiyle yandığının can yakıcı göstergesi değil de nedir?..
Yine sormak istiyorum: Acaba hangi itfaiye, hangi denizlerin, hangi okyanusların suyu ile Kabil’in bu ateşini söndürebilirı
Evet Kabil ihtiraslarının ve kıskançlığının kurbanı olarak pişmanlık ateşiyle yanan ilk insan olmuştu. O göçtü gitti , ama biz yaşıyoruz ve pişmanlık ateşi ile yanmamak için hala imkan ve fırsatımız var. Nasıl mış.. Çok kolay. Kıskançlık ve ihtiraslarımızın gözümüzü karartmasına izin vermeyerek.
Çünkü “Öfke gelir, göz kararır,
Öfke gider, yüz kızarır”.
Dostlar,
Hayat, zannedildiği kadar uzun olmadığı gibi;nerede,ne zaman ve nasıl biteceği de belli değildir. Onun için vicdanımızın sesini dinleyip yanlışları terk etmek, güzel işleri yapmada, insanları sevmede ve sevdiklerimizi kucaklamada acele etmek lazım. Çünkü yarın olmayabilir. Belki yarın olabilir ama aradığımızı bulamayabiliriz, ya da biz olmayabiliriz.
Bunun için:
“Saç-tava geldi, kömür bitti,
Akıl başa geldi,ömür bitti” vecizesi ne kadar manidar değil mi?..
(1):Müslim,Birr 15, (2553) ; Tirmizi,Zühd 52, (2390)
(2):Maide:5/27-28
(3):Maide:5/30-31
İlahiyatçı - Eğitimci Zübeyir Çömlekçi tarafından yazılmıştır.
hakiki
2008-09-01 21:08:51
ne güzel bir yazı mevlam bizleri ve tüm islam alemini habilin misyonu üzerine yaşamak la şereflendirir ve o misyonla amel etmeyi nasip eder inşallah ellerine sağlık zübeyir hocam