Geçtiğimiz Temmuz ayının son günüydü. Memleket hasretinin verdiği hararetten bunalmış ruhuma fazla eziyet etmemek için uzun zamandan beri göremediğim Bozkırlı bir arkadaşımı İstanbul Bahçelievler’deki iş yerinde ziyarete gitmiştim. Mobilya işi ile uğraşan ve hemşehrilerine son derece düşkün olan arkadaşım, Bozkırlıların İstanbul’da kurmuş oldukları sivil toplum kuruluşlarında aktif görevler de ifa etmektedir.
Arkadaşımla işyerinin ön tarafındaki bir çay bahçesinde oturmuş, hemen önümüzde bulunan caddeden vızır vızır geçen araçların çıkardığı motor homurtularına ve korna seslerine aldırış etmeden başlayan sohbetimizi, manen Bozkır coğrafyasına doğru yola çıkardık. İstanbul Bahçelievler’i Bozkır, oturduğumuz yerin önünde bulunan asfaltı Çarşamba Çayı, asfaltın kavurucu sıcaklığının yüzümüzü yalamasını Çarşamba Çayının serin meltemlerinin yüzümüzü okşaması, asfalt üzerinde bir o yana bir bu yana gidip gelen araçların motorlarından çıkan sesleri ise Çarşamba Çayının bahar mevsimindeki çağıldamaları olarak tahayyül ederek çaylarımızın eşlik ettiği demde, sohbetimizi de demlemeye başladık. Tahayyülümüzü öylesine zorladık ki, bir çırpıda hemen oracıkta bütün yaylalarımızı gezip, pınarlarımızdan buz gibi soğuk sular içtik, artan hasret hararetimizi kar ile pekmezi karıştırıp yiyerek ancak söndürebildik.
Daha sonra, gerçeklere dönüş… Gerçekler, bizi biraz hava sıcaklığına, birazcık İstanbul’un insanı bunaltan nemine, biraz da ülkemizin siyasi konularına itiverdi. Malum seçimler yeni yapılmış, ülkemizin siyasi fotoğrafı da meydana çıkmıştı. Ama biz, siyasetin karmakarışık ve altüst olmuş yapısından sohbetimizi hemen uzaklaştırdık. Bu arada çantasından bir zarf çıkaran arkadaşım, zarfın içinde çok yakından tanıdığı bir aileye ait mektup olduğunu, bu mektubun bir babaya oğlu tarafından yazıldığını belirterek mektupta yazılı olanları benimle paylaşmak istediğini söyledi.
Yedi sayfadan oluşan mektup, yazan kişinin kendi özellerine atıfta bulunduğu birkaç sayfadan sonra tamamen genele hitap eder tarzda, belki bilerek belki de bilmeyerek tümevarım tekniğini kullandığı sosyolojik bir belge, bir tebliğ niteliğindeydi sanki. Mektupta yazılı olan özeli unutup, genel hususları arkadaşımın da iznini almak suretiyle bu satırlarda sizlerle paylaşmak istedim. İşte mektup ve işte mektupta yazılanlar;
“… Baba! Kardeşlerime hayatta sen gibi azimli, gururlu, mücadeleci ve atılgan olmayı, annem gibi sabırlı, tasarruflu ve güler yüzlü olmayı öğreterek iyilik, güzellik, doğruluk, yardımseverlik, vatana, millete ve devlete faydalı olmayı anlat, öğret, kavrat ve pekiştir. Merhum Üstat Necip Fazıl Kısakürek’in; “Tohum saç, bitmezse toprak utansın/Hedefe varmayan mızrak utansın.” mısralarına göre sen üzerine düşeni yap.
Baba! Gün gelir de siyasete atılıp muhtar, belediye başkanı milletvekili, bakan veya başbakan olursan mahalleni, köyünü, kasabanı, ilçeni, ilini ve ülkeni cennet yap. Ama bunun için köylünün ve milletin sana inanması lazım. Köylüyü ve milleti kendine inandır. Köylümüze ve milletimize başkan olmak kolay değildir. Başkanlığın ağırlığını bil. Unutma! Başkanlık sana emaneten verilmiştir. Sana inanıp seninle birlikte başarılı olmaya inanmış köylümüz ve milletimizin emanetini iyi koru. Baba! Bütün bunlar için bilesin ki ilim şarttır. Türkmen Kocası Yunus Emre; “İlim, ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir.” derken boşuna söylememiştir mısralarını. Kendini bil baba! Yapamayacağın şeyler için köylüye ve millete söz verme. Köylümün ve milletimin çocuklarını okut, onların okumasına vesile ol, sebep ol. Benim için ve diğer kardeşlerim için yaptığın fedakârlığın on katını memleketimin bütün çocuklarına yap. Köyümün ve milletimin çocuklarına ve bütün gençlerine Şeyh Edebâli’nin Osman Gazi’ye vasiyetini öğret. Bu vasiyet çok önemlidir, bunu sen de bilirsin baba! Çocuklar ve gençler ailenin çok önemli olduğunu bilsinler, bilsinler ki analarına ve babalarına nasıl davranacaklarını unutmasınlar.
Baba! Birlikten kuvvet doğar, hep birleştirici ol. Memleketimde herkesi barıştır önce. Birbirine küs kimse kalmasın.
Baba! Çocuklara, gençlere ve kadınlarımıza haftanın belirli günlerini mutlaka ayır ve onlarla sohbet et. Sadece sohbetle de kalmasın bu yapacakların. Kimseyi küçük görme, kimseye cahil deme, hiçbir kimseyi toplum içinde rencide etme. Asla bir insan için özel olarak bir kapı açma ve herhangi bir insana da bir kapıyı kapama. Bırak, kapı aralık kalsın. Unutma ki sen de her zaman muhtaç kalabilirsin. Baba! Senden sadece bunları istiyorum. Bu söylediklerimi önce sen yapacaksın ki, sonra millet seni örnek alıp yapsın. Şeyh Edebâli; “İnsanı yaşat ki, Devlet yaşasın” derken bu sözünü boşuna Osman Gazi’ye vasiyet etmemiş baba.
Babacığım, son olarak sizden şunları isteyeceğim. Ailemize iyi bak, ailemizin her ferdi ile tek tek sohbet et. Bayramlar gelmeden, şefkatle, merhametle ve sevgiyle sarıl onlara, kucakla ve sakın bırakma onları. Özlemeden, kaybetmeden onları ne kadar çok sevdiğini göster. Hazreti Mevlâna’nın; “Gerçi bir katreyim ama içimde ne ummanlar gizlidir” sözünü iyi düşün baba. Her insan aslında bir ummandır, bir deryadır. İşte bu sebeple ailemin her ferdi ile ve özellikle kardeşlerimle tek tek ilgilen ve onları mutlaka dinle baba. Kaçmadan, bıkmadan ve sıkılmadan onları dinle ki kendilerine güvenleri gelsin, kişilikleri gelişsin ve toplumda ezik kalmasınlar. Ailemizde kötü yoktur, kötülüğü bizler istediğimiz takdirde meydana getiririz. Annemin ve senin ailemiz için temel direkler olduğunu biz çocuklar çok iyi biliriz. İnsana ne kalırsa babasından kalırmış. Senden bana ve kardeşlerime güzel şeyler bırakmanı istiyorum baba. Sen bana ve bizlere güzeli, doğruyu ve iyileri öğret ki, bizler seni bunlarda geçelim.
Baba, ailemizin bütün fertlerinin bir arada olduğu ve hepimizin yüzünde gerçek tebessümlerin bulunduğu bir fotoğraf çektirelim, bunu da çerçevelettirip evimizin en güzel yerine asalım. Ama bu tebessümler, çerçevenin asılı olduğu duvardaki fotoğrafta kalmasın. Ailemizin her ferdinde tebessüm hep var olsun. Bu çevremize ve milletimize de mutlaka yansıyacaktır.
Başımın üstünde daima yeri olan Babacığım, gönlüm ne söylemişse onları yazdım sana. Sert söz ve cümlelerimden dolayı kusuruma bakma ve lütfen affet beni. Ellerinizden öpüyor, senin ve annemin hayırdualarınızı bekliyorum. Allah hepimizin yar ve yardımcısı olsun.”
Evet, bir babaya atfen yazılan mektuptan yukarıda anlattığımız bölümler kimi veya kimleri ilgilendiriyorsa herkes nasibine düşeni alsın diyerek, kıssadan alınan hisselerin herkese hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum.