Aşağıda paylaşacağım ilk yazı Rusya Müslümanlarından Ataullah Bahaeddin'in Sebillürreşad dergisinin 3 Ekim 1918 tarihli 372. sayısında çıkmıştır. İkincisi ise Mehmed Akif Ersoy'un 3 sayı sonra aynı dergide yer alan şiiridir. Bu şiir daha sonra Safahat'in 7. kitabı olan Gölgeler'e alınmıştır.
Defter-i hatıratımdan
BAYRAMDA NİÇİN AĞLADIM?
Bi't-tab' hassas gönüllü olan adama her şey tesir eder; o hassasiyet daima onu ağlatır yahut güldürür.
Tarih, vukuatın tekerrüründen ibaret olduğu gibi, tali' de mukadderatın tebeddülünden ibarettir. İşte tali' beni bugün İstanbul'da bulunduruyor. Bugün bayram. Müslümanların mukaddes bir günü, Darülhilafe'de bulunuyorum. Çocukluğumdan beri beslediğim emel, bugün tahakkuk ediyor. Kaç yıldır ben bu günün iştiyakıyla mütehassis idim. Üç yüz milyon Müslüman'ın merkez-i Hilafeti olan İstanbul'da bayram namazı kılmak, benim için en büyük emel, en mütehassiri bulunduğum bir saadet idi.
Çocukluk zamanlarımda babamla beraber bayram namazına gidiyorduk. Şimalin karanlık ormanları içinde bulunan köyümüzün camiine girdirdiğimiz zaman, evimizin duvarında asılan Ayasofya cami-i şerifinin resmi gözümün önüne gelir onun hayaliyle kendimden geçerdim. “Bayram namazı kim bilir nasıl kılınır?” diye tehassürümü babama söylerdim. O da:
<<-Ömrün olursa, yavrum, belki İstanbul’a gider görürsün…>> derdi.
Bugün hep o hatıralar canlanıyor, cananına kavuşan bir hasretzede süruruyla sermest bulunuyorum. Hava da ne güzel! Ne latif cenup bir rüzgâr esiyor! Her taraf bayraklarla donatılmış, Nabi’nin dediği gibi:
Ne kadar âlemi devr etse sipihr
Bulmaz İstanbul’a benzer bir şehr
Arkadaşlarımdan birisiyle onun arzu ettiği camie gidiyoruz. Kalbim pek heyecanlı. Hazret-i Halife’nin diyarında bulunuyorum. Merkez-i İslam olan İstanbul camilerine gidiyorum. Kimbilir, ne yüksek sözler işiteceğim, ne heyecanlı mev’izeler dinleyeceğim, ne münevver İslam simaları göreceğim!...
Bu hislerle camie girdim. Bir de ne göreyim, bütün cami askerle dolu. Askerden başka kimseler yok. Bila-ihtiyar sordum:
<<-Bu ne hal? Bu cami askerlere mi mahsus?>>
<<-Hayır efendim! >>
<< -Yoksa adamlarınız hep asker mi?>>
<<-Hayır efendim!>>
<<-Ne garip hal. Asker olmayanlarınız camiye gitmiyor mu?>>
<<-…>>
Her ne ise tekbirler tekrar edildi. Nihayet yavaş yavaş hatvelerle minbere gelen sarıklı bir efendi, Müslümanların kim bilir kaçıncı defa olarak kılmakta oldukları bayram namazının niyetini ve ne suretle kılınacağını tarif etti. Uyumuş olan ahali derhal kalktı. Namaz kılındı. Birkaç söz hutbe okundu. Âmin dendi, oldu bitti. Sordum:
<< -Va’z ü nasihatler, Müslümanları faaliyet ve saadete davetler, müessesat-ı hayriye ve evlad-ı şühedaya iane toplamalar… Biz gelinceye kadar hep olmuş bitmiş mi? >>
<<-Hayır efendim.>>
Camiden çıktık. Odama avdet ediyordum. Zihnim şu suale cevap vermekle meşgul! Acaba hangileri şeriat hadimi: Her cum’a ve bayram namazlarında minber üzerinden saatlerce Kur’an’ın esrarını tebliğ ve telkin eden, dini nutuklar iradıyla millete rehberlik eden, milyonlarca ianeler toplayarak eftal-i müslimin için mektepler, medreseler tesis eden Şimal millet-i mahkumesi imamları mı? Yoksa şimdi metbuum olan şu imam efendi hazretleri mi?
Bu hal beni çok müteessir etti. Odama geldim. Kapıyı kapadım. Ağlamaya başladım. O gün akşama kadar İslam’ın garipliğine, Müslümanların inhitatına ağladım, ağladım, ağladım…
Şimal Müslümanlarından
Ataullah Behaeddin
UMAR MIYDIN?
“Odama geldim. Kapıyı kapadım. Ağlamaya başladım. O gün akşama kadar İslam’ın garipliğine, Müslümanların inhitatına ağladım, ağladım, ağladım…”
“Sebilürreşad”
Şimal Müslümanlarından
Ataullah Behaeddin
Görünmez aşina bir çehre olsun rehgüzarında;
Ne gurbettir çöken İslam’a İslam’ın diyarında?
Umar mıydın ki: Ma’bedler, ibadetler yetim olsun?
Ezanlar arkasından ağlasın bir nesl-i me’yusun
Umar mıydın: Cemaat bekleyip durdukça minberler,
Dikilmiş dört direk görsün, serilmiş bir yığın mermer?
Umar mıydın: Tavanlar yerde yatsın, rahneden bitab?
Eşiklerden yosun bitsin, örümcek bağlasın mihrab?
Umar mıydın: O, taş taş devrilen, Bünyan-ı mersusun.
Şu viran kubbelerden feryadı dem tutsun?
İşit: On dört asırlık bir cihanın indihamından,
Kopan ra’din, ufuklar inliyor, devamından!
Civarın, manzarın, cevvin, muhitin, her yerin matem;
Kulak ver: Çarpıyor bir matemin kalbinde bin âlem!
Ne hüsrandır ki: Doldursun bugün tevhidin enkazı,
O, hakinden nebiler fışkıran, iklim-i feyyazı!
Gezerken tavr-ı istila alıp meydan da bin münker,
Şu milyonlarca iman<<nehye kalkışsam>> demez, ürker!
Ömürlerdir bir alçak zulme miskin inkıyadından,
Silinmiş emr-i bi’l mağrufun artık ismi yâdından,
Hayâ sıyrılmış, inmiş. Öyle ki yüzsüzlük her yerde…
Ne çirkin yüzler örtermiş meğer incecik bir perde!
Vefa yok, ahde hürmet hiç, emanet lafz-ı bi-medlül;
Yalan rayic, hıyanet mültezem her yerde, hak meçhul.
Yürekler merhametsiz, duygular süfli, emeller har;
Nazarlardan taşan ma’na ibadullahı istihkar.
Beyinler ürperir, ya Rab, ne korkunç inkılab olmuş:
Ne din kalmış, ne iman, din harap, iman türab olmuş
Mefahir kaynasın gitsin de, vicdanlar kesilsin lal…
Bu izmihlal-i ahlaki yürürken, durmaz istiklal!
Sen ey biçare dindaş, sanki bizden hayr ümid ettin;
Nihayet, ye’se düştün, ağladın, ağlattın, inlettin.
Samimi yaşlarından coştu ruhum, hercümerc oldu;
Fakat matem halas etmez cehennemler saran yurdu.
Cemaat intibah ister, uyanmaz gizli yaşlarla!
Çalışmak!...Başka yol yok, hem nasıl?Canlarla başlarla.
Alınlar terlesin, derhal iner mev’üd olan rahmet,
Nasıl hasir kalır<<tevfiki hak ettim>> diyen millet?
İlahi! Bir müeyyed, bir kerim el yok mu, tutsunda,
Çıkarsın Şark’ı zulmetten, götürürsün fecr-i maksuda?
Bu hüzünlü bayram gününde dualarımız “bayramlarımızın gerçek manada bayram” olması yönünde, siz de dualarınızda bu dileklere yer verirseniz içinizdeki temiz yürekli kardeşlerimizin duasıyla bu emele inşaallah ulaşırız.
Selam ve dua ile…
Alperen Bozkır
M. Ertuğrul Düzdağ'a M. Akif hakkındaki araştırmalarından dolayı teşekkürü borç biliriz.